
Sekiz yaşındayken bana küçük ama şirin bir maymun hediye edildi.
Canlılığından en ufak bir ipucu bile vermeyen, tamamıyla suni bir madde olan
plastikten dökme, avuç içime sığacak kadar küçük bir maymun. Canlı olmadığına
şüphe yoktu, ama benim için bir zamanlar canlıydı ve bir gün onun yeniden
canlanacağına inanıyorum.
Onu bana Almanya’dan teyzem getirmişti. Daha doğrusu bu onun uğuruydu ve
başındaki küçük halkaya bağlı zincirinde evinin anahtarlarını, kısaca hayatı
boyunca edindiği birikimlerin neredeyse tümünü ona emanet etmişti. Kahverengi,
büyük kulaklı, dizlerini göğsüne çekmiş ve elleriyle gözlerini saklıyordu.
Bir gün, odamda yatağımın üzerinde zıplarken ayağımın kaymasıyla dengemi
kaybettim ve yatağın kenarından fırlayarak aşağı düştüm. Sert bir düşüş olmuştu
ve göğsümün üzerine düştüm. O anda hissettiğim acıyla avazım çıktığı kadar
bağırmıştım. Salonda çaylarını yudumlayarak dedikodu yaptıklarını farz ettiğim
annem ve teyzem sesimi duyar duymaz yanıma koştular. Annem beni kucağına alarak
susturmaya çalıştıysa da pek başarılı olamadı. Ne de olsa canım bayağı
yanmıştı. Teyzem beni yanıma alarak göz yaşlarımı sildi ve ucunda ufak maymunu
olan anahtarlığını sallamaya başladı. O anda bütün merakım bir türlü yüzünü
göremediğim o küçük yaratığa yoğunlaştı. Çok basit bir şey olmasına rağmen ona
adeta büyülenmiş gibi bakakalmıştım. Sanki her an elinin birini kaldırıp beni
şaşırtmak ister gibi duruyordu. Teyzem eğer ağlamazsam bana bu maymunu hediye
edebileceğini söyleyerek zinciri maymunun başındaki halkadan ayırdı ve onu
avucumun ortasına oturttu. Ağlamaktan kızarmış gözlerle maymuna bakarken ona
karşı müthiş bir sevgi hissetmeye başladım. Teyzemin bu hareketi beni çok
sevindirmişti. Artık ağlamıyordum. Annem içi rahatlamış bir şekilde odadan
çıkarken teyzem beni yatağa oturtarak bu maymuna iyi bakmamı ve ona karşı hep
güler yüzlü olmamı nasihat etti. Ona niçin ellerliye gözlerini kapattığını
sorduğumda bana onun bir zamanlar canlı ve neşeli bir maymun olduğunu, fakat
zaman içerisinde insanların somurtkan yüzlerini görmekten sıkıldığını, ta ki
şirin bir çocuğun ona karşı her zaman güler yüzle bakacağı güne kadar gözlerini
kapatmaya karar verdiğini söyledi.
O anda içimde maymuna karşı daha önce hissetmediğim bir acıma ve
sorumluluk duygusu gelişiverdi. Çünkü daha önce hiç kimseye acımamış, veya
herhangi bir sorumluluk hissetmemiştim. Maymunu elimin arasında sıktığım sırada
sanki olgunluğa ilk adımımı atmış gibiydim. Aradan yıllar geçmesine rağmen o
anı unutmamamın sebebi bundan olsa gerek. Avucumu tekrar açarak elleriyle
yüzünü sıkıca saklayan maymuna daha önce kimseye vermediğim sıcacık bir
gülümseme hediye ettim. Fakat maymun hala yüzünü göstermiyordu. En ufak
kımıldama bile yoktu. Teyzeme niçin yüzünü göstermediğini sordum. O da bana bunun
o kadar kolay olmadığını söyledi. Kendisinin de sayısız defa ona gülümseyerek
baktığını, fakat bir türlü yüzünü göstermeye cesaret edemediğini, belki de
insanlara karşı güveninin tamamen kaybolduğunu söyledi. Bu durum karşısında ne
yapmam gerektiğini bilmediğimden biraz cesaretim kırıldı ve yüzüm yavaş yavaş
asılmaya başlamıştı. Tekrar ağlamaklı olmaya yöneldiğimi fark eden teyzen
saçımı okşadı ve bana maymunun beni daha yeni tanıdığını, ayrıca alışmasının
zaman alacağını söyledi. Sonra kulağıma yaklaşarak alçak bir sesle, kesinlikle
maymunun yanında yüksek sesle söylemememi tembih ettiği bir sır verdi. Bu
maymun bazen, kimsenin ona bakmadığından emin olduğu bir anda gözlerini açar
etrafına bakınırmış. Elbette bu beni yine sevindirmişti ve onun yüzünü bir gün
görebileceğim umudu cesaretimi tekrar eski haline getirmişti. O günden sonra
küçük maymunumu sürekli cebimde taşımaya başlamıştım. Cebimdeyken elimi arada
bir içeri atarak küçük, halkalı başını okşar, geceleri yatarken yastığımın
kenarına oturtur uyuyana kadar ona gülümseyerek bakardım. Bazen onu odamda
bırakır, kapının aralığından gizlice gözetlerdim. Bir saniyeliğine bile olsa
ellerini yüzünden çekeceğini ve etrafına bakacağını umut ederek ses çıkartmadan
dakikalarca kapının arkasında beklerdim. Dışarı çıktığımda onu da yanıma
alırdım. Birkaç arkadaşıma gösterdiğimi benimle dalga geçtiler ve o maymun
gerçek olmadığını, hatta oyuncak bile olmadığını söyleyip durdular. Onu bir
daha kimseye göstermemeye karar verdim. Onlar yalan söylüyordu ve maymunum
gerçekti.
Aradan bir yıl geçmişti. Maymunum hala yüzünü göstermemekte ısrarlıydı ve
benim de ona olan inancım yavaş yavaş yok olmaya başlıyordu. Artık onu cebimde
taşımıyor, yatağıma almıyordum. Rafımda duran okul kitaplarımın yanında sıradan
bir süs olmuştu. Bir gece uyurken garip bir rüya gördüm. Rüyamda, karanlıkta
yatağıma uzanmış etrafıma bakınıyordum. Bir ara maymuna gözüm takıldı. Yüzünün
üzerinden parmaklarını oynatıyordu. Dehşete kapılmıştım, ama bir yandan da
içimde sevinç kıpırtıları beliriyordu. Maymun parmaklarını oynatırken birden
benimle konuşmaya başladı. Komik, ince bir ses tonuyla bana, onu niçin yalnız
bıraktığımı sordu. Ben de onu yalnız bırakmadığımı, fakat onun da bir türlü
yüzünü göstermediğini, o yüzden umudumu yitirdiğimi söyledim. Sonra bana, ona
niçin ihanet ettiğimi sordu. Bu soru yüzümdeki sevinç ifadesinin kaybolmasına
sebep oldu. Ne diyeceğimi bilemedim. Bana tekrar aynı soruyu sordu. Sonra
yavaşça ellerini yüzünden çekerek, daha önce hiç görmediğim sert bir ifadeyle
öfkeden kıpkırmızı olmuş parlak gözlerini üzerime dikti. O anda uyanıverdim.
Ter içinde kalmıştım. Gecenin karanlığı henüz sabahın uzak olduğuna işaret
ediyordu. Endişe dolu bakışlarla başımı maymunu koyduğu raflara doğru çevirdim.
Gece olduğu için pek bir şey görülemiyordu. Karanlığın içinden sadece siluetini
seçebiliyordum. Direklerinin duruşundan görebildiğim kadarıyla pek kıpırdamışa
benzemiyordu. Tekrar başımı yastığa dayadım ama bu sefer uyku tutmuyordu. Her an
rüyamda gördüğüm dehşet dolu anıların yenilenebileceği endişesi kafamı
yorganımın altından çıkartamıyordum. Gece bir türlü geçmek bilmedi ve ben de
yorganın altında piştikçe pişiyordum. O çok sevdiğim küçük maymunumun bir
canavara dönüşebileceği fikri kafamı alt üst etmişti. Nasıl olur da ona ihanet
ettiğimi düşünebilirdi. Onu her zaman sevmiştim. Hatta kimse onunla alay
etmesin diye hep saklardım. Bütün gecemi bu vicdan muhasebesini yaparak
geçirdim.
Saat sabaha yaklaşıyordu ve ilk kez sabah ezanının sesini duyuyordum. Bu
ses içime biraz huzur serpti. Ezan bittiğinde cesaretimi toplayarak yerimden
doğruldum. Işığı yaktım ve maymunun yanına gittim. Onu elime alarak bir süre
inceledim. Ardından mutfağa giderek elime küçük kahvaltı bıçaklarından birini
aldım. O ellerin ardında saklanan gizemli yüzü görmem gerekiyordu, yoksa rahat
edemeyecektim. Bıçağı yavaşça maymunun yüzünün ortasına bastırarak önce bir
elinin sonra diğerinin altını kestim. Tahmin ettiğim gibi ellerinin altında
hiçbir şek yoktu. Ama ödümü korkutan maymuna karşı duyduğum öfke geçmemişti.
Pencereyi açtım ve maymunuma son kez bakarak onu tüm gücümle dışarı fırlattım.
Pencere boyuma göre yüksekte durduğundan sokağı göremiyordum. O sırada bir
kamyonun geçtiğini duydum. Aradan yıllar geçmesine rağmen rüyalarıma girmekten
vazgeçmedi.