Derin rüyalar diyarından daha yeni kalkmıştım. Ama hala
nerede olduğum konusunda en ufak bir fikre bile sahip değildim. Gerçeğin hangi
noktasındayız. Veya bizi gerçek ile rüyalar aleminden ayıran ufak çizginin
gizeminde mi gizli saklı gerçek düşman. Nasıl bir dünyada yaşıyoruz diye
düşündüm yıllarca, sonunda açık gerçekle yüzleştim işte. En büyük kabusun
karşıma dikilmiş, hala ne kadar gerçek olup olmadığını bilmediğim hayatımı
elimden almak üzere. Halbuki sıradan bir yaşamım vardı.
Basit bir işçi ailesinin oğlu olarak varoşlardan birinde
doğmuştum. Babam da annem de aynı fabrikanın işçileriydi. Yoksul fakat mutlu
bir çocukluk geçirmiştim. Komşularımız iyi, arkadaşlarımsa boldu. Okulda pek
çalışkan sayılmazdım, ama biraz zorlanarak da olsa liseyi bitirmeyi başardım.
Bu arada babam da elinde bin bir güçlükle biriktirdiği parayla ve biraz da
banka kredisi yardımıyla ufak bir bakkal dükkanı açmayı başarmış, işlerini
yoluna koymuştu. Kısa zamanda aldığı borçları ödeyerek işlerini yoluna
koymuştu. Annem de artık çalışmıyordu. Çoğunlukla zamanını evinde geçirerek
komşularımızla çene çalmayı adet haline getirmişti. Bu arada bana yeni bir
kardeş getirmeye hazırlanıyordu ne de olsa. Benim için tek kalan artık kendimi
iyi bir üniversiteye atıp kendi hayatımı kuracak bir düzene girmekti. Her ne
kadar ailem açısından işler yoluna girse de benim için hayatın zor dönemi
başlıyordu. Sınavlara ilk girişim başarısızdı. Bir sene daha beklemem
gerekiyordu. Bu arada annem gerçekten de ağır bir hamilelik dönemi geçiriyordu.
Sancıları çok düzensiz ve şiddetli oluyordu. Doktorlar bile bir anlam veremedi
buna. Son aya geldiğinde durumu gerçekten de kötüydü. sonunda sezeryanla
çocuğun alınmasına karar verildi.